Merhaba,

Başlığımı okur okumaz futbol izleyicisi gibi bölündünüz değil mi?

Devlet kavramı hepimize göre farklı tanımlar içerir. Antik Yunan’dan bu yana üzerine çok yazıldı, çok tartışıldı.

Tartışma, 2025 yılında da devam ediyor. Kimine göre kutsal, kimine göre partinin kendisi, kimine göre her birey bir devlettir.

Gelelim başlığımıza…

1980 yılı. Çan kasabası. Güzel bir Mart ayı sonu. Çan Spor’un Sarı Lacivert renkler ile sahaya çıktığı yıllar. 

Bilardo salonları, kahvehanelerde masa tenisi, langırt masaları dönemi. 

Ulusal spor olan masa tenisi oynamaya kahvehaneye giden öğrencilerin disipline gittiği yıllar.

Miço Süleyman’ın kahvehanesi, sonra kapanan Ferah Sineması’nın (Sarıbaşların bina) olduğu yere taşındı.

Sol – sağ çatışması, sokak hırlaşması kadardı. Öyle Tv’lerden izlediğimiz büyük olaylar olmazdı kasabada. Zaten herkes herkesin don bedenini bilecek kadar ya akraba ya da komşuydu.

Çan Spor Lokali açılacak dedikodusu yayıldı. Kulübün ne lokali ne yatakhanesi ne de soyunma odası vardı o yıllarda. Gencecik çocukların rüyasına girerdi türbinler, soyunma odaları, duşlar falan.  Yıkılan banyolar kulübün her şeyi idi. 

Sonra kulüp başkanı Necati Canan, Rahmetli Burhan Ciciler (Deli Burhan) anons yapıp açılacak olan kulüp binasına davet etti oyuncuları. O gece orada lise müdürü Hikmet Gürkaş da vardı.

Çaylar kahveler içildi ve görüldü ki bütün kumarhaneler ya Kulüp Binası adı altında ya Kanarya Sevenler Derneği adı altında açılıyordu.

İçlerinde en genci on yedi yaşındaydı. Hayal kırıklığı yaşamıştı yeşil çuhaları görünce. Abileri ile birlikte, kapanan Ferah Sineması’nın yerine açılan devasa salona gelip bilardo oynadılar.

Sonra birden bir polisin vurulduğu dedikodusu yayıldı salonda. Herkes birbirine soruyor ama detaylı bilgiye sahip kimse çıkmıyordu. 

Çan ve polis vurulması? Olacak şey değildi.

Abileri on yedi yaşında ki çocuğa ‘‘Senin yaşın tutmaz, kimlik falan da yok sorun çıkarırlar evine git’’ dediler. 

Lise son öğrencisi ve gerçekten olağanüstü bir futbol yeteneği olan çocuk evine gitti. 

Annesi sütlaç yapmıştı ve bir kaşık aldı. Zil çaldı. Saat 23:30’du.

Genç çocuk merdivenleri inerek aşağıdaki kapıyı açınca bir rütbeli koluna yapıştı. 

Çocuk adamı tanımıştı. Milli Güvenlik dersine giren yüzbaşıydı. 

‘‘Hocam ne oluyor?’’

‘‘Hocam yok artık, komutan var!’’ dedi adam. 

On yedi yaşındaki genç, o gece otuz kişi ile birlikte olduğunu, Çan Spor Kulüp Başkanı, lise müdürü, antrenör, ve takım arkadaşları ile olduğunu ne karakolda ne savcılıkta anlatamadı.

Anlattı ama dinleyen olmadı.

Dinleyen oldu da umursayan olmadı.

Bekçi ‘‘Elimden kaçırdım, üzerinde kahverengi mont vardı’’ dedi çünkü.

Bekçi, devletti. 

Koca devlet yalan söylemezdi.

Altı gün falaka yaptılar çocuğa. 

Halk toplanmış ve bazıları köyden inmişlerdi kasabaya… 

Karakoldan hükümet binasına kadar “komünist” görmeye koridor oluşturmuştu halk. 

Çan, Çan olalı böyle panayır görmemişti. 

On altı ay sonra geldi çocuk evine.

Lisenin bitmesine iki ay varken; ancak iki yıl gecikmeli bitirebilecekti okulunu.

Peki neden böyle söylemişti bekçi?

Herkesin tanıdığı, mutlaka büyük takım transferi yapar dedikleri bu çocuk neden tutuklanmıştı?

Gelecek yazıya…

Sevgiyle – Dostlukla

Devlet yalan söyler mi?